Boktan bir gün 2
Boktan bir gün 2. Bölüm
"Neden mutsuzum?"
Sokak lambaları altında birkaç hatıra eşliğinde eve doğru yürürsün.
Yüzüne tokat gibi vuran rüzgar daha sonra içinden geçerek hatıra sayfalarını çevirip gider.
Hayatta sadece nakarat kısmını sevdiğiniz şarkıyı dinlemekten daha boktan bir şey olamaz. Sıcak cebinizden, yeni ısıttığınız elinizi çıkarmaya neden olur.
Apartmanın önünde her akşam beni bekleyen bir köpeğim var, havlayarak ev sahibini uyandırmasın diye hemen yemeğini veriyorum.
Birinci katta ev sahibim kalıyor ve 2.aydır ödeyemediğim kira borcum var. Beni yakalarsa olacakları siz düşünün artık. Eğer cansağlığınızı düşünüyorsanızsa, Bu apartmanda uymanız gereken bazı kurallar vardır.
Dövüş Apartmanı
Kural 1: Kira borcunuzun olduğundan bahs etmemek!
Kural 2: En yakın komşunuz olsa bile, kira borcunuzdan asla bahs edemezsiniz!
Kural 3: Yüksek sesle şarkı dinleyen komşuyu uyarı amaçlı duvarlarına tekme, yumruk vurulur. Eğer uyarıdan sonra şarkının sesini kısmazsa, balkona çıkarak ana avrat sövülür!
Kural 4: Sabah akşam fark etmeksizin merdivenleri ses çıkarmadan çıkmak!
Kural 5: Merdivenleri çıkarken, ev sahibi ile yüzleşmemek için, inandığınız dine göre dualar etmek.
Kural 6: Kapıya varmadan önce
cebinizden çıkardığın anahtarı tam deliğine tutturarak, hızlı bir hamleyle eve girmek.
Kural 7: Kira borcu, bıçak kemiğe dayandığı zaman ödenilir.
Kural 8: Bu sonuncu kuraldır!
Eğer bu apartmana yeni geldiyseniz, kira borcunuzu peşin peşin ödemeniz gerek!
(Kira borçlarım yüzünden, bu apartmanda hayalet casper gibi oldum)
İşte burası benim evim
Buzdolabının yumurtalık yerinde yarım kalmış bi limon, dünden kalma bayatlamış bir ekmek, tam orta yerinden sıkılmış diş macunu, ayağa geçmemek için inat gösteren terlik, arkasına tokat atınca çalışan pili bitmiş kumanda, kendi isteğiyle yanıp sönen lamba, İsrafil suru gibi çalan kapı zili, akşam rahat uyuyasın diye ninni söyleyen musluk suyu, yukarı kaldırlmayı unutulmuş klozet kapağı. Korku filimlerine gönderme yapan kapı gıcırdısı. Boyun fıtığına neden olan taş gibi yastık.
Sabah olunca, mutsuz bir halde uyanırsın,
çünkü "Yaşama sevincimi, sigortalı bir iş karşılığında sattım. "- Charles Bukowski.
Mutfağa girerken, küfür gibi karşında duran bulaşıkları görmezden gelerek kahfaltı hazırlarsın kendine. Dünden kalmış bayatlamış ekmeği, iki dilime ayırıp yumuşaması için yağa bandırdıktan sonra her iki dilimle yumurtayı kavrayarak yemeye başlarsın; Daha sonra elinde bir bardak çayla, biraz hava almak için balkona çıkarsın. Elini ısıtmak için çay bardağını avcunun içine aldıktan sonra dışarı bakarak hayatı sorgularsın.
Şu betondan kafeslerin içinde kim bilir ne hikayeler vardır..
Sokakta dolaşan insanları izlerken, annesi tarafından dövülerek okula giden çocukları görünce aldığın nefes kursağında kalır.
Bu anneler değil midir? Kadına karşı şiddete karşı çıkan. Kendi çocuğunu "eti senin, kemiği benim" söyleyerek öğretmenin önüne atan
Bu insanlar değil midir? Gündemden rahatsız olan. "Bizim sorunlarımızı göstermiyorlar" söyleyip, şiddet dolu dizileri reyting birincisi yapan
Bu insanlar mıdır? Ömürleri fabrikalarda geçmesine rağmen, otobüse ilk binmek için bir birlerini itip kakan.
Bu insanlar mıdır? Hayatlarının her gününe yer etmesi gereken insani değerleri, takvim yapraklarına sığdıran.
Bu insanlar mıdır? Kahramanlık hikayeleri anlatmalarına rağmen, halkın karşısına korumalarla çıkan
Bu insanlar mıdır? "Din, Vatan, Şehitlik" diyerek, ilk kez gördüğü birini öldürmek için eline silahı alan.
Bu insanlar mıdır? Dünyanın içine eden, bir çay keyfi bırakmayan.
Buza dönmüş çayımı masanın üzerine bıraktıktan sonra arabamın anahtarını alarak, evden ayrıldım. Psikiyatristim Alper Bey geçirdiğim araba kazasından sonra uzun süreliğine araba kullanmayı yasak etmişti bana. Aslına kalırsa, yasaklarla korkumuzu yenemeyiz. Eninde sonunda korkularımızla yüzleşmemiz gerek. Arabanın torpido gözüne ilaçlarımı koyduktan sonra, tam gaz sürerek iş yerine varmayı düşünüyordum ki, yolun yarısında trafiğe yakalandım. Bir yandan korna sesleri, bir yandan işe geç kalmanın stresi. Ve bu gürültü içinde, patrona, gerçekten trafik olduğu için geç kaldığımın konuşmasının planını yapmak. En ufak bir dil sürşmesi, sözler arasında oluşan fazladan sessizlik, yalan söylüyorsun algısı yaratır. Bunları bildiğime bakmayın siz. Kafamda yüzlerce planlar kursam bile, patronun karşısına geçince yeniden kekeleyerek konuşmaya başlarım. Patronun azarlamalarına karşılık bir cevap bulamayınca sineye çeker, Akşam olunca da, tam uykum geldiği vakit, patronun karşısında ses çıkarmayan şu aklım çalışmaya, isyan çıkarmaya başlar. Keşke şöyle sözler söyleseydimler, masaya yumruk vurmalar, küfürler, ulan sen kim oluyorsunla başlayan hakaretler, hollywood filmlerinden hiçte geride kalmayan kavga sahneleri, havada uçan tekmeler, aduketler. Sabah olunca'da şişmiş göz altı ile uyanırsın. Hayatım geçti be! bu sahneleri kurarak, en sonunda yoruldum, kabullendim.
Bütün motivasyonumu kaybettim.
Ben hiçbir zaman motivasyon videolarına bakarak gaza gelemedim ki. Benim için motivasyon olmak, Canan Karatay'ı dinledikten sonra elimdeki ekmeği, suçuklu yumurtanın en yağlı yerine banmak gibiydi.
Ben hiçbir zaman şükr etmeyi de beceremedim. Ne zaman şükr ederek hayat yaşamaya niyet etsem, Şeytan içimden İbrahim Tatlıses'in şarkılarını çalmaya başladı.
Ben siyasetcilerin konuşmalarını dinleyerek geleceğe umutla hiç bakamadım. "Avrupa bizi kıskanıyor" diyorlar ama çok iyi biliyorum ki, uzaklarda, başka ülkelerde, hiç görmediğimiz, hiç duymadığımız bir yerlerde götüyle gülen birileri var bize..
Ve bütün umutlarımın elimden alınmasına rağmen, sistem benden 7/24 çalışmamı istiyor.
Pili bitmiş kumanda gibiyim ben. Ama bunu yurdumun insanına anlamatamazsınız. Alır o pili dişiyle ısırır, eliyle ısıtır kumandaya takar, arkasına iki tokat atıp " Bak lan nasıl çalıştı, yok öyle pes etmek " diyerek, kendi aklınca teselli verir. İçten içe tükendiğimi gördükten sonra verilen tesellilerinin hiçbir faydası olmayacağını biliyorum. Neden herkes bukalemun gibi bulunduğu yerin rengini alarak mutlu yaşarken; Bense içimdeki renglere uyum sağlayacak bir yer arıyorum. Bi' şeylerin yanlış gittiğini biliyorum, yanlış yerde olduğumuda. Sahra çölünün tam ortasında bir penguen, cennet bahçesinde memesi sarkmış bir huri, Süpermen'in taytının üzerinden giydiği don gibiyim. Ne işim var lan benim burda?
Kimim ki ben?
Et ve kemiğin içine hapis edilmiş biri.
Tüketmek üzerine kurulu sistemin içinde tükenerek hayatı sorgulayan biri.
Halsizlik, mide bulantısı, tat alamamak, uykusuzluk, unutkanlık, siyah hayatın kullanmak zorunda bıraktığı renkli ilaçlar.
Kimim ki ben?
İnsanları önemsemeyen biri.
Selam vermeden geçen.
Hal hatır sormayan.
Mutluluğunu insanların gözüne sokmayan.
İsimleri unutup, insanları yüzleriyle hatırlayan.
Yemek ihtiyacı olmasa, odasından yıllarca çıkmayan.
Donuk suratlı.
Kibirli biri.
Muhabbet olunca tek kelime konuşmayan.
Konuştuğu zaman bile en ufak mimik kullanmayan.
Belaltı şakalara gülmeyen.
Biri ahlakla ilgili konuşsa yüzünü ekşiten.
Siyasi muhabbet açılınca masayı terk eden.
Gündem haberlerine prim vermeyen.
Takvim bayramlarından nefret eden.
Bayram mesajlarını cevapsız bırakan.
Günleri, ayları, yılları siktir edip, hayata mevsim olarak bakan biri.
Kimim ki ben?
Sabahları spor yapan, akşam olunca sarhoşluk yüzünden evinin yolunu bulamayan biri.
Ağlayarak ölümü arzulayan, ölümle yüz yüze gelince arkasına bakmadan yaşama doğru koşan biri.
Akşamları vicdan sesi yüzünden uyuyamayan, sabahlarıda şehrin trafiğine sıkışıb kalmış biri.
Tam uykun gelmişken, arkadan anne küfrü gibi kornaya hayvan gibi basan yaratığın, trafiğin açıldığının mesajını vermesiyle beraber, tam gaza basarak iş yerine varmak. Arabayı hiç olmadık yerde park etmek.
Nefes nefese kalana kadar durmaksızın koşmak. Merdivenleri ikişer ikişer çıkmak. Patronun odasına PAT diye dalmak. Üzerine çeki düzen vermek. Partonun telefon konuşmasını bitirdikten sonra azarlamasını beklemek..
"Ben böyle hayatın taa anasını s...." söylemeyi çok isterdim ama biliyorsunuz ki, kira borcum var.
-Adem bey hoş geldiniz, şeref getirdiniz efendim. Valla mahcub durumuna düşürüyorsunuz bizi. Böyle geç geleceğinizi bilseydik, ofiste bütün çalışanlarla beraber sizin evinize gelirdik.
+Patronum, yemin ederim trafik vardı, o yüzden ....
-Trafik vardı demek. O trafik sadece senin için mi var? Yoksa ofiste çalışan bütün işciler içinde mi var? Herkes aynı yoldan geliyor Adem! Kimi kandırıyorsun! Neden onlar zamanında geliyor biliyor musun?
+Şey...
-Sus! Çünkü onlar işe geç kalmamak için erken uyanıyorlar ama sen öyle yapmıyorsun. Dışarıda ne kadar erken uyanan insanlar var biliyor musun?
+....
- Demek bilmiyorsun. Çok var Adem, hemde çok. Ama işsizler, iş arıyorlar. Ben'de zamanında işe gelen işci arıyorum. Anlata bildim mi?
+Anladım Patronum.
-Bu arada hikayenin kaçıncı bölmü bu?
+İkinci bölmü Patronum.
-İki bölümdür bana Patronum mu diyorsun? İsmimi açıklama gereği duymuyor musun okuycularına! Yoksa beni vasıfsız, kişiliksiz, içi boş, gözünü para hırsı bürümüş, klişe haline gelmiş patron karakterleri gibi mi göstermeye çalışıyorsun?!
+Hayır, Cengiz bey. Ben size asla öyle şey yapmam. Sadece hikayede çok fazla isim olunca, okuycular okumakta zorlanmasınlar diye şey yaptım ben...
-Tamam, şimdi çıka bilirsin!
Dışarı çıkıp, kapıyı sakince kapattıktan
sonra uzaktan Mete'nin sırıtışını gördüm. Bu kez yanında Buse hanım vardı.
Buse hanımı size tanıştırayım:
İnsanları hor gören, onları aşşağılayan, sevgiden ve merhametten nasibini alamamış, biraz bilgi öğrendiğinde karşı tarafın şahsiyeti ile ilgili kötü yorumlar yapma hakkını kendisinde bulan, alın teri ile çalışanlara köle gibi bakan, hep rant gelir peşinden koşan, çüzdanındaki bozuk paraları dilenciye verdiğinde sanki dünyayı gök taşından kurtarmış gibi sevinerek kendisini süper kahraman sanan, ilimle ilgili konuşmaları boş sanan ama kendisinin iki yumurta pişirmesini sansasyonel bir olaymış gibi anlatan, at gözlüğü takarak, olayları farklı perspektiflerden bakıp, beyin süzgecinden geçirmeden yorumlayan, iki yabancı söz öğrendiğinde ortamda cool gözükmek için cümle içinde yerli yersiz
kullanan, hep bulunduğu ortama göre bukalemun gibi reng değiştiren, bütün yaptığı hataları bir özürle affedilmesi gerektiğini sanan ve bunu utanmadan savunan, hayatta sadece zengin insanların "şakalarına" gülen, 30 yaşında olmasına rağmen evde kalmanın verdiği korku ve endişe yüzünden 4 yaş küçük olduğunu söylerek 26 yaş yalanına sımsıkı sarılan, 4. Sevgilisinin onu terk etmesinden sonra feminist olmaya karar veren ve bu "vasfı" hayatı boyunca taşıyacağına yemin etmesine rağmen içten içe her akşam bir koca bulup anne olma hayaliyle uyuyan. Günlük yaşamı: her sabah Hande yener'in evli mutlu çocuklu şarkısıyla spor yapmak, makyaj videolarını izleyerek, saatlerce makyaj yapmak. Makyaj yaptıktan sonra resimler çekmek. Çektiği resimlerin altına, önemli olan para değil, kalp güzelliği minvalinde kopyala yapıştır sözler yazmak. Her pazar fitnesa gitmek. Yeni aldığı tayt ile yaptığı her hareketin, en ufak ayrıntısına kadar resmini çekmek. Akşam olunca, sarmalı börek yerken, instagram da paylaştığı resimleri kimler tarafından beğenildiğine bakmak. Hobileri intagram, facebook, tiktok, whatsapp. En sevdiği yazar, Aşkım Kapışmak. En sevdiği kitap, Aşkımın beden dili. Ha bir de, üzümlü kek kitabı var ama onuda yarısına kadar okuyup, bir köşeye bıraktı. Ama soran olunca, iki kefa okuyup bitirdiğini, çok anlamlı kitap olduğunu söyler. En sevdiği film Evim sensin. En sevdiği dizi, yıldan yıla değişiyor. O yıl reyting birincisi hangi diziyse artık. Dini, kızlarla buluşunca Agnostik, eve gelince müslüman.
Buse hanım, eliyle işaret ederek beni yanına çağırınca, gitmek zorunda kaldım. Aslında gitmeyede bilirdim ama Buse hanım bizim apartmana yakın yerlerde kalıyor, neredeyse komşu diye biliriz. Bu yüzden hatrını kırmamak için yanına gittim. Selamlaştıktan sonra Mete ile konuşmasına devam etti.
B-Ya Mete, dün akşam ben çok korktum
M-Ya kıyamam size Buse hanım, neden korktunuz öyle?
B-Dün akşam eve gidiyorumdum, karşıma bir sokak köpeği çıktı. Hemen korkmaya başladım.
A-Buse hanım, sokak köpeklerinden asla korkmayın. Üzerinize havlasalar bile, mahalleyi korumak için bunu yapıyorlar. Bir kere sizi tanımış olsalar asla havlamazlar.
Buse hanıma, köpeklerden korkmaması için tavsiye verdikten sonra bana sinirli bir şekilde bakarak, yüksek sesle konuşmaya başladı.
B-Sen öyle san Adem. Az kalsın bacağımı koparacaktı. Hemen belediyeye haber verdim, bütün mahalledeki köpekleri toplayacaklar.
Sokak köpekleri çok tehlikeli, ama benim Fifom öyle mi?
M-Fifo mu?
B-Kendi köpeğimi diyorum. İsmi Fifo. İnstagram'da resmini paylaştım. Girip hepsini tek tek beğenirsin.
M-Tabi beğenirim Buse hanım. Siz instagram sayfanızın ismini verin, ben bütün resimlerinizi beğenirim.
Buse hanımla, Mete kendi aralarında konuşmaya başladılar. Benimse aklım apartmanın önünde her akşam beslediğim köpeğimde kalmıştı.
B-Mete bu Adem benim göğsüme mi bakıyor.
M-Adem kendini toparlasan oğlum, o nasıl bakmak öyle
Eğer buse hanım belediyeye haber vermişse, mahallemizde bir tane bile olsun, köpek kalmayacak
B-Bak hâla gözlerini çekmiyor yaa!
M-Oğlum rezil ediyorsun bizi, Başka yere baksana lan!
Köpeklere uyuşturucu iğne vuracaklar, daha sonra buz gibi barınakta aclıktan ölecekler. Bunu yapamazsın Buse hanım! Buna hakkın yok!
A-Buse hanım sakın yapmayın!
M-Sonunda be, Allah'a şükür konuştun
B-Neyi yapmayayım ya? Ne konuştuğunu bile bilmiyor bu. Sapık! Bir daha konuşma benimle!
Buse hanıma, yaptığı şeyin köpeklerin ölümüne neden olacağını anlatmak istiyordum ama durmadan sözümü kesiyordu. "Sapık, kadınım ben! kadın! "söyleyip duruyordu. Patronun oğlu Ömer kapıdan içeri girince, Buse hanım bana saldırmayı durdurdu.
Ömer Beyi görünce, sanki başka bir kadına dönüşmüştü. Son kez, bana ve Mete'ye bakarak "Akıllı olun, aklınızı alırım. Kadınım ben!" Söyledikten sonra Ömer beye dönerek "Hoş geldiniz Ömer bey, ben'de tam da sizi bekliyordum " diyerek gülümsemeye başladı. Ömer bey bizi selamladıktan sonra Büse hanıma dönerek "Hoş bulduk Buse hanım, bu ne güzellik böyle "söyledikten sonra, az önce bize bir aslan gibi saldıran Buse hanım, şimdi bir ev kedisi olmuştu. Ömer bey, Buse hanımın ona karşı bakışlarının farklı olduğunu anlayınca, sadece Buse hanıma bakarak konuşmaya başladı. Ben ve Mete bir köşede durmuş, konuşmalarını izliyorduk. "Ofise gelirken bir trafiğe yakalandım, tam 15 dk zamanımı aldı benden. Yılda bir kere ofise geliyorum. Onda da trafiğe yakalanıyorum. Olacak iş değil " Ömer bey ofise yeni aldığı arabası ile nasıl geldiğini anlatırken, sözünü bitirdikten sonra Buse hanım, komik bir şey olmasa bile, göğüs dekoltesini göstermek için kahkaha atarak gülmeye başlıyordu.
Ömer bey, anlattığı olayların komik olmadığını çok iyi biliyordu. Ama insanların ona karşı aşırı ilgisinede hayır da diyemiyordu. Ömer Bey, bize işimizde kolaylık gelmesini söyledikten sonra, Buse hanımla iş çalışmaları için müdür odasına geçtiler. Mete kızgın kızgın bana bakmaya başladı
-Ulan sen nasıl bir adamsın lan? Kadın o kadar laf soktu sana, bir şey söylemedin. Kadınım ben! Kadınım ben! Diye diye itin götüne soktu seni.
Ulan, ofiste Buse'ye çakmayan bir tek ben kalmıştım lan. Tam kıvama getirmiştim ki, geldin bütün herşeyin içine ettin.
+Mete, rica etsem, biraz yaklaşa bilir misin?
-Neden?
+Kimsenin duymasını istemiyorum
-Bu kadar yeterli mi?
+Evet
-Ne söyleyeceksen söyle hadi
+Hepinizden tiksiniyorum!
-Sadece bu mu?
+Evet
-Ben küfür edeceksin sandım
+Eğer küfür edersem, zamanı geriye sarmam gerek, bu da çok zahmetli bir iş.
-Peki, Film önerisi var mı?
+Yalanın icadı 2009. ABD yapımı, fantastik romantik komedi filmi
-Feministlere gönderme yapmayacak mısın?
+Kadın özgürlüğünü savunun kadın bile eczaneden aldığı pedi defalarca siyah poşete sarıp çıkıyor
-Bu çok güzeldi
+Teşekkür ederim. Bu arada dudaklarına ilk kez bu kadar yakından görüyorum, çok güzelmiş
-Biraz daha böyle konuşursak, tüm iş arkadaşlarımıza gay olmadığımızı kanıtlamak zorunda kalacağız, farkındasın dimi?
+ Tamam, Şimdi ayrılıyoruz. Ben zamanı 8 saat ileri sararak, hava almak için 3. katın balkonuna çıkıyorum.
Balkonun demirlerinden tutarak, dışarda çalışan insanları izlerken, Hüzünlü bir şekilde, ağaçlara bakan bir işçi dikkatimi çekti. Beyaz baret takan bir adam ona yaklaşarak, yolun daha geniş olması için daha fazla ağaçların kesilmesi gerektiğinin emrini verdi.
Bir ağaç kesildiğinde hepimiz üzülmüyor olabiliriz ama hepimiz aynı kirli havayı soluyoruz. Ağaçlara düşman kesilmiş, hertarafı betonlaştıran, toprak yüzüne bizi hasret bırakan bu düzenden neden kurtulamıyoruz diye düşünürken yanıma Savaş bey geldi. Kendisi dindar biri olur. "Adem sen burda mıydın? " diyerek, cebinden sigarasını çıkardı. Daha sonra sigara paketinin içinden çakmağı çıkararak, sigarasını yakmaya çalıştı ama olmadı. "Ulan amına koyduğumun çakmakları, ne çabuk bozuluyorsunuz "diyerek küfür etti. Daha sonra benden çakmak istedi. Ben "sigara içmiyorum " söyledikten sonra, çakmağı sert bir şekilde çakarak sigarasını yaktı. Derin bir nefes içine aldıktan sonra, kafasını yukarı aşağı yaparak "En iyisini sen yapıyorsun valla" söyledi. Sigara tüstüsünden rahatsız olduğum için, arkaya doğru birkaç adım attım. "Ben'de sigara içmiyordum ama bir oruspu çocuğu bulaştırdı bana, onun bokuna gidiyorum şimdi " daha sonra çalışan insanlara bakarak sözüne devam etti. "Bak ne güzel yol yapıyorlar. Dünyamız güzelleşiyor ama bazı şeytani güçler buna izin vermiyor. Şeytanın en büyük silahı ne biliyor musun? " Sessiz kaldığımı görünce bu kez gülümseyerek, kendinden emin bir şekilde konuşmasına devam etti. "Şeytanın en büyük silahı kadındır! Hz.Adem neden utanarak, yaprakla bazı yerlerini kapatmaya çalışıyor? Şeytan mı onu yoldan çıkardı? Hayır! Şeytan Havva'nın güzelliğini kullanarak, Adem'i yoldan çıkardı. Şimde de öyle yapıyor. Kadınlar bizi güzellikleriyle cehenneme sürüklüyor " Sigarasını sonuncu kez içine çektikten sonra yere atarak ,ayaklarıyla söndürdü.
"Yani kısaca Adem kardeş, bu dünyaya imtahan olmak için geldik, Allah bizi kadınların şerrinden korusun "söyledikten sonra 3-cü kattan aşağıya doğru tükürdü. Daha sonra yanımdan ayrıldı. Aşağıdan bir kadın sesi duyunca, merak ederek baktım. Meryem hanım, saçına düşen tükürükleri, çantasından çıkardığı mendille temizlerken bir yandan küfürler saydırıyordu. "Bunu hangi ahlaksız, hangi görgüsüz yaptı?" Bir an Meryem'le göz göze geldik. Hemen kendimi arkaya çektim. Keşke yapmasaydım. Şimdi benim yaptığımı anlayacak. Bir anlık korkumun kurbanı oldum. Şimdi ne yapmam gerek? Ben yapmadım söylersem inanır mı? Kesin inanmaz. Savaş'ın yaptığını söylesem. Savaş, asla "ben yaptım "söylemez ki, yine suç bana kalır. En iyisi aşağıya inerek, özür dilemek. Masanın üzerinden selpak alarak hızlı bir şekilde Meryem'in yanına koştum. Yanına varır-varmaz, "Meryem, inanın bana, ben yapmadım " diyerek, elimdeki selpakla saçlarını temizlemeye başladım.
-Senin yapmadığını biliyorum Adem.
Savaş'ı tükürürken gördüm. Yüzüme bakarak tükürdü şerefsiz, utanmaz!
+Bilerek mi yapmış yani? İnsan böyle bir şeyi nasıl yapar?
-Başörtüsü takmıyorum ya, oruspu gözüyle bakıyorlar bana, Şerefsizler!
+Meltem, sen sinirlenme ne olur. Ben onun cevabını çok güzel bir şekilde veririm.
-Nasıl sinirlenmiyim ya Adem. Bu kadar haksızlıklar oluyor, bir tanesine ses çıkarmıyorlar, Bütün sorunları kadının saçında görüyorlar. Biz bunlarla ne yapalım? Nereye gidelim?
+En iyisi benim arabamla eve gitmen. Arabada birkaç küfür edersin, rahatlarsın.
-Doktorun, araba kullanmana izin verdi demek
+Ara sıra kullanmaya izin verdi diyelim.
Arabanın kapısını kumandayla uzaktan açtıktan sonra Meltem benden önce davranarak arabaya doğru koşmaya başladı.
Yol boyunca Meryem arabanın kurcalamadık yerini bırakmadı. Eline ne geçiyorsa inceliyor, Koltuğunu arkaya öne doğru çekiyordu.
"Baya sağlam araban varmış Adem. Eski halinden bir şey kalmamış, neredeyse herşeyini değiştirmişsin. Ama ben, eski halini daha çok seviyordum"
Öylece sessiz kaldım, bir şey söyleyemedim. Ne kadar kaçsam bile eski hatıralar hep gözümün önüne geliyordu. Meryem üzüldüğümü görünce, söylediği sözlerin beni ne kadar derin yaraladığını anladı. Bir şeyler söylemeye çalıştı ama kendiside üzüldüğü için, sadece "özür dilerim" söylemeye gücü yetti.
İlaçlarımı kullanmam gerekti ama Meryem'in üzülmemesi için kendimi mutlu gibi göstermek zorundaydım.
Hüznü besleyen sessizliği yok etmem için bir şeyler söylemem gerekiyordu. Meryem'in parmağındakı nişan yüzüğünü görünce, "Meryem, senin şu düğünün ne zaman olacak?" Diye konuşmaya başladım. Meryem aslında kendisinin daha fazla üzülmemesi için konuyu değiştirdiğimi biliyordu. Gülümseyerek yüzünü bana döndükten sonra konuşmaya başladı.
-Adem, ben düğün yapmayı düşünmüyorum
+Düğünsüz evlenmek mi olur?
-Evlenmiyorum ki zaten.
+Parmağında ki nişan yüzüğü değil mi?
-Nişan yüzüğü ama ben bu yüzüğü babamın baskısında kurtulmak için takıyorum.
+Nasıl yani?
-Benim babamla annem köyde yaşıyor Adem. Oranın geleneğiyle adetiyle beni evlendirmek istiyorlar. Zaten kendimi o köyden zor kurtardım, bir daha o köye asla dönemem.
+Peki seni kimle evlendirmek istiyorlar?
-Bizim köyün İmam'ın oğluyla. İsmi Ömer. Çocukluğum Ömer'le beraber geçti. Çok güzel hayallerimiz vardı. Ben büyüyünce öğretmen olmak istiyordum Ömer ise doktor. Annesi hasta olduğu için doktor olmak istiyordu. Bizim köyde kadınlar kocalarından çok fazla dayak yerler, neredeyse kocasından dayak yemeyen kadın yoktur. Ömer'in anneside yediği dayaklar yüzünden hasta olmuştu. Ömer kendi babasına karşı çıkamıyordu ama bi kere babam bana tokat atınca, Ömer gördü. Hemen babamın karşısına geçip beni kurtardı. Daha sonra evin arkasında ağladığımı görünce yanıma geldi. Ağlamamam için bana teselli verdi, daha sonra beni sevdiğini söyleyip yanımdan ayrıldı.
+Ömer baya delikanlı çocukmuş. Sen şimdi Ömer'le neden evlenmek istemiyorsun ki?
-Delikanlı çocukta ama İmam Ömer'in benim babama karşı çıktığını duyunca Ömer'i çok fena dövmüştü. O olaydan sonra Ömer'le asla konuşamadım.
Beni ne zaman görse arkasını dönerek başka tarafa kaçıyordu. En sonunda dayanamayıp peşinden koştum, beni beklemesini söyledim ama koşmasına devam etti. Ben de daha hızlı koşarak, kolundan tuttum, kendime çekip "neden benden kaçıyorsun?" Diye sordum. "Bir kadın asla erkeğe dokunamaz!" Diye yüzüme bağırmaya başladı. Bana cehenneme gideceğimi söyledi. Öylece yerimde donup kaldım. İmam da uzaktan Ömer'e bakarak gülümsüyordu. Sonunda çocuğunu kendisi gibi yapmıştı.
+Şimdi herşeyi anladım.
-Aslında ben de Ömer'i seviyordum ama Ömer büyüdükçe git gide babasına benzemeye başladı. Kendi hayalinin peşinden giden Ömer artık yoktu. Bense hayallerimi gerçekleştirmek için mücadele ettim. Anneme şehirde eğitim almam için sabah akşam yalvardım, sonunda ikna ettim, Halâm la konuştu, Halam da zaten şehirde yalnız başına yaşamaktan sıkılıyordu. Hemen gelip, köyden beni götürdü. Yıllarca beraber yaşadık, çok fazla yardım etti bana. Anne kız gibiydik onunla. İki yıl önce şeker hastalığı yüzünden dünyasını değişti. Hayatı boyunca hep umut oldu bana.
+ Meryem sen kendi hayallerinin peşinden gitmişsin ama Ömer'in hayatı bana biraz garip geldi. Çocukken seni sevdiği söylüyor, sonra babası yüzünden senden nefret ediyor, daha sonra ne oldu da yeniden seni sevmeye başladı?
-Bilmiyorum Adem. Beni köyde uzun bir süre görmeyince bizim eve giderek, annemden beni sormuş. Şehire gidip orda yaşayacağımı öğrendiğinde üzülmüştür. Kendisi şehire gelmek istese bile, babası asla izin vermez. Bizim köyde şehir hayatının hep kötü tarafları anlatılır. İmam da kendi oğlunun şehire gitmemesi için elinden ne geliyorsa yapmıştır. Şehirde kadınların başı açık, çıplak gibi dolaştıklarını söylemiştir. Bir tanesine bakıp, şehvetin uyanırsa cehennemlik olursun" diyerek Ömer'i kesin korkutmuştur.
+Ama babasının bu kadar uğraşmasına rağmen yine seninle evlenmek istiyor.
- Benimle evlenmek istemesi, Ömer'in değiştiği anlamına gelmezki. Şimdi bile, benim köye dönmem için babasına yalvarıyor. Değişen hiçbir şey yok. Her zaman babasının söylediğini yaptı. İmam da benim köye gelmem için elinden ne geliyorsa yapmış. Saatlerce babama oğlunu övmüş, birkaç dini hikayeler anlatarak babamı ikna etmiş. Zaten babama iki ayet okuduktan sonra gerisini düşünmez ki.
+Meryem, eğer sen Ömer'in evlilik teklifini reddedersen, babanı çok kötü duruma düşürmüş olursun.
-Zaten ben köye gitmezsem, babamın köyde rezil olacağını biliyorum. "Kızının şehire gitmesine izin verdi, şimdi de kızına bir sözünü geçiremiyor" diye gıybetimi yaparlar, söylenmedik söz bırakmazlar. Ama ben hayatımı birileri arkamca kötü konuşmasın diye yaşamak istemiyorum. Kendi sevdiğim biri var. ismi Yusuf. Babam çok fazla baskı yapıp üzerime gelirse, hemen Yusuf'la kaçmayı düşünüyorum.
- Hadi Yusufla kaçtın diyelim, İmam bunu öğrenirse ne olacak? Babana öyle şeyler söyler ki şehre gelip seni öldürmeye bile kalkar.
+Biliyorum Adem. O şerefsiz İmam benim hayatımla uğraşmak yerine, gidip köyün sorunlarıyla uğraşması gerekiyor.
Bizim köyü görmen lazım Adem. Eskiden kalma bir oklu, bir tane de hastanesi var. Hepside yıkılır vaziyette. Ama İmam'ın bunlar umrunda değil ki, cemaatten de paraları toplayıp camisini büyütüyor. Köyde ne kadar hasta varsa ilk İmam'ın yanına gidiyor, İmam da okuyup üfleyip parasını kazanıyor. İyleşmeyenlere de, bu Allah'ın size imtahanı diyip yola salıyor. Gençlere de zina yapmamaları söylüyor ama gençlerin evlenmelerine engel olan sorunlar üzerine tek kelime konuşmuyor. Ben köyümü çok seviyorum ama eğer köyüme geri dönmek zorunda kalırsam, Yusuf'la beraber gitmek isterim. Ben, kız çocuklarına eğitim veririm, Yusuf da doktorluğunu artık köyde yapar. Kendi evimiz oldukta sonra da bir tane erkek çocuğum olsun istiyorum.
+Meryem dur bir dakika. Çok güzel hayaller kuruyorsun ama hayatta her şey istediğimiz gibi gitmeyebiliyor.
Olumsuz konuşarak seni üzmek istemiyorum ama sen bu hayallerin peşinden gidersen çok fazla üzülürsün.
Hadi diyelim ki, Yusufla beraber köye gittiniz, köydeki insanlar sizi nasıl karşılar biliyor musun?
-Nasıl karşılarlarsa karşılasınlar, annemin babamın beni sevgiyle karşılaması daha önemli.
+Meryem, annem baban seni gülle çiçekle karşılayacaklarını mı sanıyorsun?
-Ben, annemin gönlünün almasının bir yolunu bulurum, babamında...
+Bak böyle kalırsın işte. Hadi diyelim ki, babanında gönlünü aldın. Yusuf'la seni bir arada gördüğünde sövdü, bağırdı, en sonunda siniri geçti, zamanla kabullenmeye başladı. Sorunların bununla bittiğini mi sanıyorsun? Köyde hiçbir kadın kendi çocuğuna senin eğitim vermeni istemez. İmam da Yusufun doktorluk yapmasına izin vermez. Sorunlar bunlarla bitmiyor ki, Sen hiç Ömer'i düşündün mü? Yusufla seni beraber gördüğünde yaşayacağı hayal kırıklığını. Kendisini tutamayıp sana zarar vermeye kalkarsa ne olacak?
-Peki, ne yapmamı istiyorsun Adem? Bu kadar sorunlara öylece sesizce kalmam mı istiyorsun?! İstemediğim biriyle evlenip, hayatımı mahvetmemi mi gerekiyor?! Köydeki insanların beni dışlayacaklarını biliyorum, çünkü onlar için kadın, 6 yaşında evlendirilmesi gereken, çocuklar yapan bir varlık. Bense, 6 yaşında evlenen kız çocuklarının umutu olmak istiyorum. İnsanı hayatta yaşatan tek şey umuttur!
+Meryem, sen kız çocukları için mücadele etmek istiyorsun ama bu insanlar omuzlarında toprağa gömülmeyi bekleyen bir cesed taşıyorlar. Asla senin ne yapmaya çalıştığını anlamayacaklar.
-Biliyorum Adem, bizi sadece hayallerinin peşinden giden insanlar anlayacak. Onların hayatlarına ışık tutmak zorundayız.
+Meryem sen böyle gidersen, daha çok kafana tükürecekler biliyorsun dimi?
-Onlar tükürecek ama, hayatı hep hayalerinin peşinden gidenler kazanır!
Uzun sohbetden sonra Meryem'in kaldığı apartmanın yanına geldik. Meryem çantasını götürdükten sonra bana teşekkür ederek arabadan indi. Arabayı yavaşca arkaya doğru sürerken, önüme baktığımda Meryem'in bana doğru koştuğunu gördüm. Arabada bir şey unuttuğunu düşünerek, yan kolduğu baktım ama bir şey bulamadım. Tam o sırada Meryem kapının çamını tıklatarak, camı aşağı indirmemi söyledi.
Camı aşağı indirdikten sonra merakla Meryem'in ne söyleyeceğini bekledim.
-Adem, hiç düşündün mü gökyüzü neden mavi?
Meryem'in yüzüne öylece baktıktan sonra kendimi tutamayıp kahkaha atmaya başladım. Daha sonra sorduğu soru üzerine düşünüp cevap bulamadığımı görünce konuşmasına devam etti.
-İnsanların kanatları yokta o yüzden.
Meryem'in umut dolu gözlerine bakınca,
vermek istediği mesajı almıştım.
Meryem'i evine bıraktıktan sonra. Kendi evime doğru yola koyuldum.
Yol boyunca aklımda, Buse hanımın belediyeye köpekleri toplaması için verdiği haber vardı. Mahalleye girer girmez arabamı bir köşede park ettikten sonra, ıslık çalarak köpekleri aramaya başladım. Ama bir tane bile olsun, köpek bulamadım. En son apartmanın önüne geldiğim zaman, çöp poşetlerinin yanında siyah bir şey gözüme takıldı. Her akşam yemek verdiğim köpekti bu. Öylece kımıldamadan yerinde duruyordu. Kesin iğne vurarak bayıltmışlar ama kendisini kurtarmak için çöp poşetlerinin arasına saklanmış, sonra da bayılarak ölmüş. Sonunda Buse hanım söylediğini yaptı. Köpeği elime alarak bir ağacın yanına bıraktım.
Öldüğünden emin olmadığım için gömmeye korktum. İçimden bağırarak, küfürler etmek geçiyordu ama... Öylece susdum. Aynı sizler gibi...
Gelde şimdi şu hasta kalbinle, 5-ci kata kadar çık. Gözün karaldığı zaman dinlen, sonra duvarlardan tutanarak merdivenleri çıkmaya başla. Titreyen ellerinle anahtarı tutarak, kapıyı açmaya çalış.
Eve girdikten sonra uyku ilaçlarımı alıb sadece uyumak istiyordum. Herşeyi unutarak uyumak. Yatağımın yanındakı çekmeceden uyku ilaçımı aldıktan sonra mutfağa geçerek bardağı su ile doldurdum. Bi' anlık dikkatsizliğim yüzünden bardak masanın üzerinden düşerek kırıldı. Çamkıtıklarını toplayarak çöp kovasına attım. Kendime gelebilmek için musluğu açıb, yüzümü yıkamaya başladım. Avuçumun içine su doldurub yüzüme vurmak isterken, bir anda suyun renginin kırmızı olduğunu gördüm. Şaşkına dönmüştüm. Elimi suyla yıkadıkça kanlar daha fazla akmaya başlıyordu. En sonunda yıkamayı durdurdum. Elimde ki, kesiği görence, elimi saracak bir şeyler aramaya başladım. Mutfaktan çıkarken, gözlerim yeniden kararmaya başladı.
Elimden kanlar durmadan akıyordu.
Koridorun sonundan bir kız sesi duymaya başladım. Bu benim kızımın sesiydi. Yardım etmem için beni yanına çağırıyordu. "Baba kurtar beni, kemerler beni boğruyor.. " Kızım hemen geliyorum. Hertaraf neden karanlık? Bu ışıkları kim söndürdü! Neden hiçbir şey göremiyorum. "Baba yardım et boğuluyorum" Geliyorum kızım az kaldı...
Ölmek nedir ki?
Kan pompalamayan bir kalp
Göz kapakları kaldırılsa bile, görmeyen gözler
Vücudun ölmesinden bi' haber büyüyen saç ve tırnaklar
5 litre kan deposundan dışarı sızan kanlar
37.3 derece sıcaklığın, yavaşca sıfıra inmesi
72 kilo et makinesinin son kullanma tarihinin bitmesi.
Toprakla beraber gömülen hatıralar...
4 DEJAVU 12
RÜYA
Karşımda masa var. Üzerinde içi kan dolu kum saati. Elimde yılan başlı kalem. Duvarlar gazete kağıdıyla sarılmış, üzerinde tecavüz haberleri. Bir ısırık alınıp, köşeye fırlatılmış bir elma. Ölümün üç ritmi üzerine hareket eden saatler. Yanı başımda, beyaz giysili bir kız, yazmamı bekliyor. Çığlık sesleri duvarlarda yankı yapıyor. Karşı odadaki kız yardım etmemi bekliyor. Vücudu rakamlarla çizilmiş. Bir şeye işaret edercesine işaret parmağını ısırıyor. Duvarlar üzerine üzerine geliyor. Zamanım tükenmek üzere. Ayak sesleri duyuyorum. Beyaz giysili kız kahkaha atmaya başlıyor. Bileklerini kesip kanını kum saatine damlatıyor. Çıplak bi' kadın üzerime doğru yürüyor. Gömleğim arkadan yırtılmış. "Gözlerime bak "diyor. Belki üflemedi de tükürdü nereden biliyorsun?
Gözlerimi açtığımda kendimi bir hastahanede buldum. Avuçumun içini beyaz bir parçayla sarmışlardı. Hemşire hanım, uyandığımı görünce misafirlerimin olduğunu söyledi. Daha sonra kapıdan Meryem'le Yusuf bey içeri girerek, koşarak bana sarıldılar.
Daha sonra Meryem, buraya nasıl geldiğimi anlatmaya başladı.
Meryem beni son kez görmek için Yusuf'la beraber iş yerime gelmişler. İş yerimde beni bulamayınca, patronumla konuşmuşlar. Patronum "Adem'in işe herzaman geç geldiğini, ama ilk kez bu kadar işe geciktiğini " söyleyince, Meryem korkmaya başlamış. Arabaya binerek evime gitmeye karar vermişler. Kapıyı defalarca çalmalarına rağmen, hiçkimse kapıyı açmayınca iyice korkmaya başlamışlar. Meryem Yusuf'a kapıyı kırmasını söylemiş. Bizim evin sahibi de çıkan gürültüden rahatsız olarak, alelacele yukarı çıkmış. Kendi evinin kapısının kırıldığını görünce "Ulan, oruspu çocuğu daha kira borcunu ödememiş, siz kapısını mı kırıyorsunuz?" diye, Yusuf'la kavga etmeye başlamışlar. Meryem aralarına girerek "Ne kadar kira borcu var? Söyle biz ödeyelim" söyledikten sonra evsahibim hemen yumuşamaya başlamış. Şerefsiz, fırsat bu fırsat diyerek, Meryem'den 4 aylık kira parası istemiş. Meryem'in üzerinde o kadar para olmadığı için nişan yüzüğünü çıkararak evsahibime vermiş. Tabi şerefsiz, yüzüğü alır almaz "ben hiçbir şey görmedim" diyerek evine koşmuş. Yusuf kapıya bir tekme atarak, kapıyı kırdıktan sonra Meryem koşarak içeri girmiş. Beni, koridorun ortasında,elimde çam kırığı ile kanlar içinde görünce, hemen hastahaneye götürmüşler. Doktorlar, kendi elini keserek intihar eyleminde bulunduğumu söyleyince, Psikiyatristim Alper Bey herşeyi doktorlara anlatmış. Yemek yaparken elimi kestiğimi, kan akmaya başlayınca hastalığım gereği halüsinasyonlar gördüğümü, ve en son dayanamayıp bayıldığımı. İlaçları arabada unuttuğum için kendime gelemediğimi.. ayrıca intihar etmek istese elini değil bileğini kesmesi gerek söyleyince. Doktorlar ikna olmuşlar. Tabi, doktorların elinden kurtulsam bile bu kez Alper bey'in yanında buldum kendimi. Alper bey, yıllar önce kaza yaptığım arabamı kullandığımı öğrenmiş. Saatlerce Alper bey'in azarlamasına maruz kaldım.
Kimin haber verdiğini tabii ki biliyorum. Meryem'in arabamda zaten gözü vardı. En sonun da Yusuf'la arabamızı değiştirdik. Daha sonra yeni ev aradığımı öğrenince Meryem, Halasından kendisine yadigar kalan evi bana verdi. Böylece Alper bey'in söylediğini yaparak, eskiden kalma ne varsa hepsini değiştim. Bir tek eşimle kızımın resmini kendimle götürdüm. Eski hatıralardan kaçarak mutlu olur muyum? Bilemiyorum...
Kafamda, her akşam uykunuzu kaçıracak sorularla dolaşıyorum.
NEDEN MUTSUZUM? (SON)
MERYEM
......
ardı?
YanıtlaSilYARIM KALMIŞ BİR HİKAYE
SilMeryemin hikayesini beğendim. Hepsi güzel. Daha da zenginleşebilir. Tebrikler.
YanıtlaSilCemreden geliyorum.
Hoş geldin
Sil